Yazılar

Biraz gerçekçi olalım

Bir devletin memurlarına ödeyeceği maaşların ‘garantör’ünün bir başka devlet olması yaşadığımız çağda rastlanır bir durum değildir. Aynı devlette iş başındaki belediyelerin yapacağı yatırımların finansmanının bir başka devletin bütçesinden karşılanması ve ikinci bir ülkenin yurttaşları tarafından ödenmesi de hayli gariptir. Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki resmi kurumların ve belediyelerin ürettiği projelerin garantörü olması hakikaten şaşırtıcıdır.

Ülkedeki neredeyse her şeyin garantörü olarak konumlandırılan Türkiye ve politikaları sorgulanırken kendi vatandaşlarına devlet hastanelerinde bakıldığından ve okullarda eğitim verildiğinden yakınılır. Ada’ya çalışmaya gelen Türkiye yurttaşlarını istihdam edenler arasında yerel işletmeler yokmuşcasına, okullarda okuyan öğrenciler, çalışmak için Kıbrıs’a gelenlerin biricik evlatları değilmişcesine ve sigortaları, okul harçları ödenmiyormuşcasına Türkiye’nin kaşıkla verdiğini kepçeyle aldığından bahsedilir. KKTC vatandaşlarını istihdam edenlere yine Türkiye garantörlüğünde sigorta indirimi yapılır ama yerel kuruluşlar ne hikmetse Türkiye’den istihdam yapmaya devam eder.

Açıktır ki garantörlüğün ne Kuzey Kıbrıs’ta ne de müzakere masasında savunulacak bir yanı yoktur. Fakat öncesinde Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin garantörlüğünden kendisini kurtarabilmelidir. Devletin maaş ödemeleri, devletin ve belediyelerin yatırım projeleri Türkiye garantörlüğünde yapılmamalıdır ki müzakere masasında garantörlük de kaldırılabilsin. Maaşları ödemeye gelince garantörüm ol, federal birleşik bir Kıbrıs Cumhuriyeti söz konusu olacaksa derhal garantörlüğü bırak…

Bizim solcularımız önce Kuzey Kıbrıs’ta kurulan yapının ‘garantörlüğü’nü Türkiye’den alarak rüştlerini ispat etsinler bir zahmet… Türkiye garantörlüğünde maaş verilmesini, proje finansmanı sağlanmasını reddederek asla ve de kât’a devlette çalışmasınlar; Türkiye’den finansman desteği alan belediyeleri yerin dibine batırsınlar ne olur… İktidara geldiklerinde bukalemunlaşmasınlar, renk değiştirmesinler; bir kez olsun sürüngenleşmeyip sözlerinin arkasında dursunlar…  Böylesi radikal talepleri olmayan müthiş devrimcilerimizin iş müzakere masasına gelince atardamarlarının devrimle atması hiç inandırıcı olmuyor doğrusu.

Milliyetçi ve faşist olduğu iyice belirginleşen Rum politikacı güruhu karşısında izlenecek doğru siyaset, Kıbrıs Türk toplumunu iktidarı altına almaya kalkışan her devlete, her tür stratejiye karşı ortak mücadeledir. Kuzey Kıbrıs’ın B planı da, Rum faşizmini kabul etmeyeceği gibi her tür faşizme karşı durmasıdır. Çözüm ancak kendi içimizde bağımsız bir Kuzey Kıbrıs kurduğumuz gün, Merkez Bankası’nı Kıbrıslı Türklerin yönettiği, polisin Türkiye Genel Kurmayı’na bağlı olmadığı, devletin ve belediyelerin Türkiye’den destek almayacağı, laikliğin KKTC Anayasası’na uygun olarak korunduğu şartlar altında gerçekleşebilir. Elbette hayalimizdeki Kuzey Kıbrıs’ın hak ettiği şekilde yönetilmesi için kurumları partizanları ile doldurmayacak, işbirlikçilerin çıkarlarına göre hukuk tanımamazlık yapmayacak siyasetçilerin çıktığına tanık olmalıyız ki o kurumları da batırmayalım…

Hoş, kasasında para olmayan, rezervi bulunmayan bir Merkez Bankası’nı kim yönetir? Kendi bankasını kurup, mevduatlarını Türkiye’deki bankalara yatıran işletmecilerin olduğu bir ülkede, KKTC bizatihi burjuvazisi açısından bile yok hükmündedir!

B planını ve C planını Türkiye yetkililerinin ağzından koparmaya çalışmak yerine kendi B planımızı hayata geçirebilsek, asıl zor olanı bıkmadan usanmadan, bedelini ödemeyi göze alarak savunabilsek bizim ileri sürdüğümüz B planından başka bir plan olmayacağını, dünyada hiçbir devletin ya da toplumun bize hiçbir şeyi dikte ettiremeyeceğini fark edeceğiz de onun için önce devrimci olmak gerek...

Müzakere oyunları arasında neslimiz tükeniyormuş... Evrim Teorisi’nin mimarı Charles Darwin ‘arılar yok olduğunda insanlığın geleceğinin tehlikeye gireceği’ni söylemişti. Tüm dünyada, kullanılan kimyasal tarım ilaçları, kentleşme ve küresel ısınmadan ötürü arılar hızla tükeniyor. Tohumlu bitkilerin polenlerini taşıyarak üremesini sağlayan arıların polenlere geçen kimyasallar nedeniyle nesli tükeniyor. Arıların sayıları azaldıkça ekin üretiminde düşüş yaşanıyor ve insanlığın yaşayacağı açlık riski yükseliyor. İnsanlık yok olmaya yüz tutmuşken bizim bu milliyetçi tükeniş söylemimiz komik kaçmıyor dersem yalan olur!

Can Sarvan’a cansarvan@mikro-makro.net’den doğrudan ulaşabilirsiniz.
:

Yorumunuz

share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın