Türkiye’de organize suç örgütü liderinin ifşaatlarının Kıbrıs’ta sadece gazeteci Kutlu Adalı suikastı açısından yankılanması ilginç doğrusu…
Türkiye muhalefeti ve muhalif medyası çete liderinin iddiaları ile ilgili olarak her gün yeni yayınlar yapıyor. KKTC’de de yayınlar ilgiyle izleniyor. Kimileri de Türkiye’de daha neler olacak acaba diye kendi aralarında şakalaşıyor. Türkiye’nin hayrete düştüğü ifşaatlar karşısında bizlerin ağzının açık kalması eleştiriye muhtaç bir konu kanımca.
Türkiye’de olanları en son garipseyecek insanlar ülkemizde yaşıyor. Bizler eski Cumhurbaşkanı Eroğlu’na 3 milyon sterlini nakit olarak kendi elleriyle verdiğini söyleyenleri mi görmedik? Meclis kürsüsünden milletvekilliğinden çekilmesi ve hükümete güvenoyu vermesi karşılığında başlangıç rüşveti olarak kendisine uzatılan 7.600 dolar ve 90 TL’yi ifşa eden Ejder Aslanbaba’yı mı dinlemedik? Geçmişi bıraksak bir kenara, hakkında soruşturma açıldığı için ülkenin eski başbakanının başka bir ülkeye gittiğini ve Meclis’e uğramayan Özgürgün’e hâlâ milletvekilliği maaşı ödendiğini de mi bilmiyoruz?
Eski Cumhurbaşkanı’na 2010 seçim kampanyasında kullanılmak üzere 3 milyon sterlin teslim edildiğine yönelik ifşaat 2011’de yapıldı. Kaldı ki çok daha geride, 1990 seçimlerinden hemen önce iki bavul dolusu paranın dönemin Başbakanı Eroğlu’na götürüldüğü de ileri sürülmüştü. Aslanbaba, 2013’te Meclis’te dolarları çıkardı. Özgürgün ülkeyi 2019’un Eylül ayında terk etti.
Kutlu Adalı evinin önünde öldürüldüğünde 1996 yılının Temmuz ayıydı. O yıllardan bugünlere hiçbir şeyin değişmediği aksine her şeyin daha da kötüye gittiği bir ülkede nefes alıyoruz.
Partizanların ve çıkar odaklarının tüm kurumları ele geçirdiği dağılmış ve tükenmiş bir topluluk olarak, neredeyse herkesin kendi çıkarları için şizofrenik bir haykırışta bulunduğunu ve nasıl başarıyorlarsa varlıklarını fazlasıyla önemsediğini artık gizleyemiyoruz. ‘Delilik maskesi’ diyorum ben buna. Kimsenin delirdiği falan yok esasen.
Kıbrıs’ın güneyindeki tek tük tarihi eserlerin birinde, Ayia Napa Manastırı’nın şapelinde yapılan kazılarda, mezarlarda 17 ve 19. yüzyıldan kalma iskeletler bulundu. İskeletler üzerinde yapılan araştırmalarda ölenlerin bir travma sonucu hayatını kaybettiği belirlendi. Kemiklerdeki travma şiddet görmelerinden mi yoksa iş kazasından mı kaynaklanıyor, araştırılıyor. Bir iskeletten kişinin yaşarken şiddet görüp görmediğini anlayabilirken insanların zihinsel travmalarına dair hiçbir iz günümüz teknolojisi ile bulunamıyor. Yani, KKTC’de yaşayan çoğu insanın delirdiğini öldüklerinden sonra bile kanıtlayamayız. Ama bu delilik gibi gösterilen durumun arkasına sığınıldığını birer iskelet haline gelmeden de ispat edebiliriz.
Pandemide özel sektör yarı maaşa çalışırken ya da daha kötüsü işsiz kalırken 13. maaşlarını çatır çatır alan memurlarımız 4 aylığına durdurulan hayat pahalılığı için grev yapıyor. Bir yandan da gayet politikçe özel sektör çalışanları ile kamu çalışanlarının birlikte mücadele etmesi gerektiğinden bahsediveriyorlar. Bugün muhalefette olan sol partiler iktidarda olsa, daha önce yaptıkları gibi memurların grev hakkını bile erteleyebilirlerdi ya neyse… Bu, bir delilik hali mi sizce? Yoo… Düpedüz, katıksız bir bencillikten ileri geliyor. Sosyal normları alabildiğine çiğneyebilen bir egoizmle, utanç duygusu taşımayan herkes ‘deli’ olsaydı…
Bu ülkedeki temel mücadele alanı sadece kendi sınıfsal çıkarları için her şartta olay yaratarak, KKTC’nin her zerresine sinmiş partizanlıkla birbirlerini ağırlayanlarla, hiçbir partiyle bağı olmadan, bağımsız kalabilen ve çirkef pazarını deşifre edenler arasındadır.
KKTC çağdışı gerilikteki bir devlet kapitalizmi ile yönetiliyor. Devlet kapitalizmin en büyük destekçileri de bu ülkenin partizanlıkla yoğrulmuş kitleleridir. O yüzden ne Eroğlu’na 3 milyon sterlinin hesabın soran çıkmıştır ne de Özgürgün’ün maaş almasını istikrarlı bir şekilde protesto eden bir muhalefet olacaktır. Muhalefetteyken iktidar partilerine saldır, iktidara gelince sus ve nemalan politikası izleyenlerin değişeceği falan da yoktur. Bundan kazanıyor, sistemin artıkları ile geçiniyorlar. Niçin değişsinler? Bu arada büyük başlar ülkede kalan ne varsa ele geçirmeye devam ediyor. Suç çetelerine dokunma ki artıklarla geçinmene izin versinler, mesele hiç komplike değil yani. Toplumun bir kısmı ambargolar altında delirmiş maskesi takarak, çalıp çırpmayı sürdürüyor.
Keşke şair Ece Ayhan’ın kastettiği şekilde gerçekleri anlamak için ‘delirmiş gibi’ yapanlarımız olsaydı. Bizden çıkmaz. Biz deliremeyecek kadar kötü olamaz mıyız?
Kıbrıs’ın güneyinde çok az tarihsel eser vardır. Toplasan iki kale, altı üstü Poli harabeleri…. Kıbrıs’ın kuzeyi ise tarihsel eser kaynar: Bellapais’den Salamis’e, dünya çapında kalelerinden Soli’ye kadar kutsanmış gibidir. Kuzeyin kumsalları ve sahil şeridi de Kıbrıs’ın güneyinden daha uzundur.
Kuzeyde denizi ucundan görecek daha çok villa, apartman dikilir, ‘deli’lerimizin içi rahat olsun. Zorda kalınca satarsanız lüks bir araba çekmek için altınıza; borçluysanız tefeci kapar malınızı, denize sıfır araziler suç çetelerin malı olur günün sonunda. Devletin çeteleri yer yutarken bizim delilik maskesi takanlarımız da bir villa, bir memurluk ve dört tekerlekli Rum malına partizanca susmayı sürdürecektir. Böyle delilik ne görüldü ne duyuldu dünya tarihinde…
Eskiler bisiklete ‘şeytan arabası’ derlermiş, bizim lüks otomobillerin nasıl alındığını bir bilselerdi…
Yorumunuz