Ülkemiz mangal kültürü pandemide hız kesmedi… Salgın şartlarının üzerine binen kur şoklarıyla hayat pahalanmışken üstelik. Cebinde beş kuruş parası kalmayan insanlar makarnayla karnını doyurabildiğine sevinir hale gelmişti ama bazıları kokusunu çıkara çıkara adeta aç insanlara nispet yapıyordu. Gösteriş yapmak mangaldan başlar; Rum malları satıla satıla alınan dev ciplere, 10 aile barındıracak villalara kadar uzar gider KKTC’de… Yok ki tarihin her şeyi kaydettiği bir kamerası, görüntüyü getiresin ve güneyde bırakılan o koskoca mülklerin aslında mini bir tarladan, anlatılanın binde birinden ibaret olduğu ortaya kabak gibi çıkıversin. Çoğu zaman esasen öyle bir mülkün hiç olmadığını da tarihin objektifi anında gösterebilseydi, Kıbrıslı Rumların alın teriyle yaptığı mülklerine, yıllarca çalışarak inşa ettikleri fabrikalarına el koyanlar insan içine çıkamayabilirdi.
Bizleri kalın halatlarla bir arada tutanın molehiya ve anlı şanlı Kıbrıs Türk ağzı olduğunu sunarken dışarıya, gerçekte pamuk ipliğine asılı harcın ana malzemesinin suç ortaklığımız olduğunu gizleyebileceğimizi sanıyoruz. Tabii, tabii ‘1974’den sonra oldu bu toplum böyle’; inanırsanız… Bizim toplumun seçtiği vekillerin, sağcısı solcusu ortak kararı ile mülklerin üzerine konuldu. Gene oybirliği ile tapular çıkarıldı ve Rum mülkleri alınır satılır hale getirildi. ‘Bizim vekillerin eseri bu’; tabii ya…
Normal şartlar altında en az 1 milyon 800 bin turist ağırlayan bir ülkede, gelen turistlere hizmet veren on binlerce insan yok sayılmadı mı bu ülkede? Adada çalışmaya gelen insanlar pandemiyle birlikte memleketlerine geri dönemediler. Uçak kalkmıyordu, kalkan sınırlı sayıda uçak için fahiş bilet parası da çoğunun aniden kesilen bütçesindeki son kırıntılarla karşılanmıyordu. Devlet turizm sektörü çalışanlarını otel yönetimlerinin iyi niyetine terk etmişti. Fakat zaten ‘onlar’ı düşünmek ne devletin ne de toplumun göreviydi. Bizim devletin sadece kendisini düşünen bir devlet olduğu pandemide tastamam meydana çıktı.
Müthiş bir ülkede nefes alıyorduk hakikaten: Güneş insanın içini ne kadar ısıtırsa ısıtsın, devletin buz kesen soğuk eli hep ensemizdeydi. Devlet kamuyu doyurmak için sürekli ceza kesmek, her işleminden mütemadiyen artan vergiler almak için vardı. İktidara yerleşenler kasalarını doldurmanın mutlaka bir yolunu bulurken özel sektör ve çalışanları kimin umurunda olabilirdi ki… Parasızlıktan ya da uçaksızlıktan adayı terk edemeyen insanlara devletimiz ne haliniz varsa görün mü demek istemişti? Seks işçiliğine mi başlamış, torbacılık mı yapmış, evdeki karnı guruldayan çocuğu için hırsızlığa mı yeltenmiş ne önemi var, değil mi? Gelmeselermiş buraya canım… Kendi ülkelerinde kalsalarmış… Zaten işgücü piyasasının değerini düşürüyor, Kıbrıslıların yapacakları işleri ucuzlatıyorlardı. Gidebilen gitti de ne oldu? Orijinal işverenlerimiz Kıbrıslı istihdam edeceğine asgari ücretin neredeyse yarısına ülkedeki Afrika vatandaşlarını işe aldı!
‘İskele olmasaydı seçimi Akıncı kazanırdı’ da aynı hesap… Adadaki Türkiye kökenli nüfus bugünkünün % 10’u kadarken toplumumuzun yaptığı tercihlere bakarsanız, İskele’de tek bir Türkiyeli olmasaydı da seçim sonucunun değişmeyeceğini görebilirdiniz. Bu sefer Türkiye iktidar partileri seçim aritmetiğini Kıbrıslılar üzerinden aynı yöntemlerle değiştirirdi. Daha geriye gidin, İngilizlerin neden yardımcı polislik istihdamı açtığına bakın. Bağımsızlık mücadelesi vermemiş herhangi bir toplumun matematiği dünyanın her yerinde aynı formülle çalışır. Sabit olan da sorun varsa, suçu değişkene atarak bir adım mesafe kaydedilemez.
Kolay yoldan devrimci olacağını zannedenlerimiz aynı temcit pilavını ısıtıp ısıtıp yıllardır önümüze sürüyor: Ah bu değişkenler olmasa müthiş demokratik bir ülkede yaşayacaktık, üretecektik, dik duran bir siyasetimiz olacaktı. Yok arkadaşım öyle bir dünya; hiç olmadı. Ana problem sabitteyse ve sabit üzerinde durmak oy kaybına neden olacaksa senin için ve bu nedenle değişkenlere saldırıp duruyorsan, devrimci kesilmeyeceksin.
Nerede kalmıştık? Mangala devam. Kuyruk yağını bol koy ki kokusunu mecbur solusunlar, yanına da bir viskicik… Çocukluğun elektriksiz Türk köylerinde fakir geçen günleri geride kaldı ne şanslıyız… Rum villaları, Rum cipleri, Rum fabrikalarında hayat süper lüks!
Gocunan okuyucum aşağıya ‘dislike’ atmaktan hiç çekinme lütfen, ‘like’ için yazı yazmıyoruz ki dislike’tan korkalım…
Yorumlar