Bazı kayıplar mesleğinizde sizi siz yapan temeli şekillendirdikleri için benliğinize ağır gelir.
Dün yaşamını kaybeden ve bugün son yılların en kalabalık cenaze töreniyle defnedilen Süleyman Ergüçlü’nün erken vefatı, benim gibi pek çok kişinin benliğinde yeri dolmayacak bir boşluk bıraktı.
Geçen sene Büyük Han’da bana son iki kitabını hediye etmiş, eşi sevgili Neşe Hanım’dan bahsederken gözlerinin içi gülerek, ‘beni çeker işte’ demişti. Arayacaktım da buluşacaktık. Buluşamadık. Geçen haftalarda aklımdan geçse de, şu sıcaklar bir bitsin diyordum kendi kendime…
Buluşabilseydik, bugün Mikro-Makro gibi araştırmacı gazeteciliği merkezine koymuş bir haber portalı varsa, sayesinde böyle bir projenin hayata geçtiğini söyleyecektim. Bu cümlelerimi duyabilseydi, herhalde bana hiçbir şey anlamamış gibi bakacaktı… Ergüçlü benim gibi pek çok gazetecide oldukça saygın bir yere sahip olduğunu bilmez, tahmin etmez gibi davranırdı insana…
Yıllar önce, Kıbrıs TV’de ve Kıbrıs gazetesinde ilk çalışmaya başladığım günlerde, gazetecilikte yol kattetmiş biri olduğumu düşünüyordum. İstanbul’da NTV’den teklif almış ama kabul etmemiştim. Kıbrıs TV’yi hayda hayda yaparım, ne var ki budalalığındaydım açıkçası…
Sene 2003… 20 sene önce… Kıbrıs’ta İstanbul’daki basın camiasından ve televizyonculardan çok farklı iki sima ile karşı karşıya olduğumu sonradan anlayacaktım. Süleyman Ergüçlü’den önce, ilk dersimi o zamanlar Kıbrıs TV Müdürü olan Erdinç Gündüz’den almıştım! Stüdyodan çıkınca “sesin ince, senden haber spikeri olmaz” demişti! Canıma minnet, zaten haber spikeri olmayı hiç istemiyordum ama gene de hayatımda ilk defa biri, beni başvurduğum bir işe almıyor ve televizyonda haber programı yapmaya yönlendiriyordu.
Kıbrıs TV’de haber programımı yapmaya başladıktan sonra, bu programlara katılan konukların söylediklerinin deşifre edilerek, gazetede yayımlanması fikrimi Süleyman Ergüçlü’ye götürdüm. Beni dinledi ve ikiletmeden ‘olur’ dedi. O kadar. Kıbrıs gazetesinin sayfalarında röportajlarım yayımlanmaya başladı ve okunuyordu. Aylar sonrasıydı; bir başka gün, “efenim ben köşe yazılarına da başlasam” deyiverdim. ‘Daha değil’ dedi. O kadar. Fakat o “olur” ve “daha değil” arasında geçen zamanda, Ergüçlü’yü uzaktan izleyerek, öyle çok şey öğrenmiştim ki kendisinden…
Sonra başka bir gazetede köşe yazarlığına başladım. Kıbrıs gazetesine tekrar dönmeye karar verdiğimde Süleyman Ergüçlü yönetimden ayrıldı. O aralar görüştüğümüzde, ‘kalemin kuvvetli’ demişti ve artık köşe yazarlığı yapabileceğimi ima etmişti. Süleyman Ergüçlü’nün tahmin edilemez tavrı sizi ürkütürdü. Olur da diyebilirdi, olmaz da… Ancak kararı ne olursa olsun, doğru olandı. ‘Daha değil’ dediği o yıllarda, çok haklıydı.
Mehmet Ali Akpınar’a yetişemesem de Süleyman Ergüçlü dönemimizin tartışmasız, en güçlü, en saygın ve en sevilen gazetecisiydi. Bir ekol yaratmıştı. Eşi Neşe Hanım’la sonrasında BRT’de çalışma fırsatım olmuş ve dünya tatlısı, sevgili kızı Hazar’la da daha sonra tanışmıştım. Ailesi, tanıdığım üyeleriyle çok müstesna, duru ve samimi insanlardan oluşuyordu. Sanırım çok berrak insanlar olmaları nedeniyle de, oğullarının yanı sıra sevgili Neşe Ergüçlü’den ve değerli kızı Hazar Ergüçlü’den büyük bir gurur duyuyordu.
Süleyman Ergüçlü Kıbrıs gazetesinden ayrıldıktan sonra Kıbrıs Türk medyası önce yerinde saymaya başladı. Peşi sıra ayrışarak paramparça oldu. Ergüçlü medyadan ayrılınca herkes bir yana dağıldı, eski birlik beraberliğin yerini anlaşılmaz bir haset, yersiz bir kibir ve muazzam bir çıkar çatışması aldı. Herkes kendi köşesinden büyüklenir, çalım atmaya hevesli bir hale geldi. Gazeteci olamayacak insanlar gazeteci olarak anılabildi ve hayatını çok başka sektörlerden kazanması gerekenler pişkince “ben de yaparım” edasıyla, kendi medyalarını yarattılar.
Bir yabancı dil bile bilmeyen, eğitimi olmayan, onun bunun parasıyla birilerine yalan haberlerle saldıran, takip etmedikleri konularda ellerine tutuşturulan metinleri olduğu gibi köşelerine geçirerek, okuyuculara psikolojik operasyon yapan, nemalanmak şartıyla haber yapan veya menfaat uğruna haber kaldıran tüccarlar ortaya çıktı.
Gazetecilik tutkusu olmayan, haber için gecesine gündüze katmaktan, heyecan içinde haber yetiştirmenin ne olduğundan bihaber, reklam almak için haber portalı kiralayıp, kaynak göstermeden Türkiye basınından sürekli haber aşırarak, TAK’tan aldığı haberlere takla attırarak gazetecilik yaptığını sanan bir güruh peyda oldu.
Ergüçlü’den sonra Kıbrıs Türk medyası istikrarlı, araştırmacı gazeteciler çıkaramayan, çıkanı gazetecilikte tutamayan bir sapağa doğru hızla yuvarlandı. Bugün basında kalıcı olacak muhabir ve geçici olma eğilimini partizanlık çengeline asılmadan, meslek tutkusuyla aşacak araştırmacı gazeteci sayısı olması gerekenin çok altındadır.
Şu anda medyamız Ergüçlü döneminde yetişmiş, basında kalan gazetecilerle yoluna kör topal devam ediyor.
Zamansız ölümü nedeniyle kendisine söyleyemediğim şuydu: Bu bir fırtına. Ve dinecek. Kasırga bittiğinde Süleyman Ergüçlü’den öğrendiklerini genç gazetecilere aktaracak gazeteciler var hâlâ ve bu yol Kıbrıs Türk basınını sonunda istenilen, eski, saygın yerine tekrar taşıyacak. Çünkü Ergüçlü bu yolu bize bir kere açtı ve kendisiyle çalışma fırsatını yakaladık… Çürükler sepetten teker teker ayrılacak, kalan sağlamlar gençleri yetişterecek. Rahat uyu Süleyman Bey...
Yorumunuz