Yönetici Sohbetleri

Direm Ltd. Direktörü Yorgancıoğlu: ‘Eski Kıbrıs’ı çok özlüyorum’

Yönetici Sohbetleri'nde Oya Takış, Direm Ltd. Direktörü Mehmet Yorgancıoğlu ile görüştü.

Ülkemizin sevilen iş insanlarından Mehmet Yorgancıoğlu eğitimi, görgüsü ve deneyimi ile Kıbrıs’a değer katan, oldukça saygın bir kişiliktir. 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Yorgancıoğlu, 33 seneyi aşkın bir süre önce Direm Ltd’yi kurarak ticari hayata atıldı.

Eşi Füsun Yorgancıoğlu ile birlikte sıfırdan bir aile şirketi kuran Mehmet Yorgancıoğlu'yla Kıbrıs piyasasının dününü ve bugününü konuştuk.

Yıllar geçtikçe dürüstlüğün, paylaşımın ve dayanışmanın azaldığı ülkemizde Mehmet Yorgancıoğlu eski Kıbrıs’ı ne kadar özlediğinden içtenlikle bahsetti. Doğrusu ses tonundaki sitemden etkilenmemek mümkün değildi… 

Çok daha güzel şeyler olması gerekirken, maalesef eskiyi arar hale gelmiştik…

DİREM, KKTC’de bir marka olarak çok tanındığı için sizin soyadınızın da DİREM olduğu varsayılıyor. Yıllarca önce ilk karşılaştığımızda ben de soyadınızın Direm olduğunu sanmıştım. Hatta iddiaya girmiş ve kaybetmiştim. Seramik ve fayans işine nasıl girdiniz? 

Benim ticaret hayatına atılmam, rahmetli eniştemle çok kısıtlı bir sermaye ile kurduğumuz 'Deren' isimli bir şirketle olmuştu. Eniştemle kurduğumuz bu şirketin iştigal sahası şimdiki işimizin aynısıydı. Eniştem ile kurduğumuz bu ortaklık 2 yıl gibi bir süre devam etti. Daha sonra karşılıklı anlaşarak gayet dostane bir şekilde şirketi sonlandırdık.

Ortaklığımız bittikten sonra ben işe devam ederek, hissedarlarını aile bireylerinin oluşturduğu DİREM’i kurdum. Doğrudur, bugün pek çok müşterimiz veya bizi bilenler soyadımızın Direm olduğunu tahmin ediyor. Soyadımızın Yorgancıoğlu olduğunu öğrenince de şaşıran çok insan var. Şirketimizin iştigal sahası fayans, seramik, vitrifiye, armatür vesairedir. Demir, çimento, kereste gibi ağır inşaat malzemelerini satmıyoruz. Ticaretini yapacağımız ürünlerde aranan bir marka olmak, en başta benimsediğimiz bir prensipti.

Eski Kıbrıs'ı çok özlediğinizi söylüyorsunuz; beni çok etkiledi bu sözleriniz. Neden eski Kıbrıs'ı özlediniz? Bunu biraz açar mısınız?

Evet, eski Kıbrıs'ı özlememek mümkün değil. Ben Lefkoşalıyım. O güzel günleri çok iyi hatırlıyorum. O dönemlerde insanların sahip olduğu maddi imkânlar kısıtlıydı, gelir düzeyi olarak aralarında bariz bir farklılık yoktu. Zengin diyebileceğimiz aile sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Sevgi, saygı, muhabbet, yardımlaşma, dayanışma, komşuluk ilişkileri en üst düzeydeydi. İnsanlar o kıt imkânlara rağmen mutluydu, huzurluydu. Güven içinde yaşıyor, geleceğe umutla bakıyordu.

Günümüzde can güvenliğinden, trafik güvenliğinden, gıda güvenliğinden bahsetmek mümkün mü? Hatırlarım birileri bağ bağ satılan molehiya satın aldığında sokak içerisinde bulunan kadınlar o evde toplanır, hepsi birlikte o molehiyaları ayıklarlardı. Birisi mangal yapsa kokusu yan evde de duyulur düşüncesi ile pişirdiği kebaptan bir tabak da komşusuna ikram eder; komşusu da o tabağı boş değil, kendi pişirdiği bir yemek veya tatlı ile birlikte iade ederdi.

1974'den sonra oluşan ganimet düzeninden sonra Kıbrıslının sahip olduğu bu güzel hasletler, maalesef yerini bencilliğe, neme lazımcılığa, kendini beğenmişliğe, doyumsuzluğa terk etmiştir.

Kıbrısın geçmişini, o güzel günlerini yaşayan birisi olarak, bu bozuk yapıyı gördükçe üzülmemek, o günleri özlememek mümkün mü? 

DİREM mağazasında görsellik ve sunulan ürünlerin yerleştirilmesi insanın kendi evini hayal edebilme gücünü artırıyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz ? Özel bir iç mimarınız mı var? Yoksa siz kendi zevkinizle mi mağazayı dizayn ediyorsunuz?

Mağazamızın görselliğini tamamen kendi zevkimize göre tasarlıyoruz. Önceden bu ayrıntılarla sadece ben ilgilenirdim. Sonra oğlum büyüyüp işi sahiplenince mağazamız ağırlıklı olarak onun zevkine göre dizayn edilmeye başlandı. Benim 33 yıllık tecrübem, oğlumun dizayn konusundaki özel yeteneği nedeniyle bu konuda başka birilerinin bizi yönlendirmesine gereksinim duymadık.

KKTC’de seramik ve fayans sektöründe rekabet çok fazla… Bu sizi zorlamıyor mu? Bu rekabette kalitenin rolü nedir?

Eskiye göre rekabet gerçekten çok arttı. İşe ilk atıldığımızda piyasada bizim sektörde faaliyet gösteren 4-5 işletme varken şu an küçüklü büyüklü herhalde 25-30 tane şirket vardır. Günümüzde şartlar eskiye göre çok zorlaştı. Tabii ki bunda en büyük etken Türk Lirası'nın sürekli değer kaybıdır. Şirket olarak İtalyan, İspanyol, Çin ürünlerini ithal ederken, özellikle pandemi dönemi ve ertesinde TL’nin değer kaybı, doğal gaza gelen astronomik artışlar, navlun ücretlerinin çok büyük oranda artması nedeniyle, o donemde çok da ucuz olmamasına rağmen Türk mallarına yöneldik.

Düşünebilir misiniz, pandemi donemi öncesi Çin'den ithal edeceğiniz 20’lik konteynerin navlun fiyatı 3.000-3.500 dolar iken bahsettiğim zaman diliminde bir anda 15,000-18,000 dolara yükseldi. Tabii ki bu belirttiğim hususlara ilave olarak, işletme masraflarının da önemli ölçüde artması tüm işletmeler için önemli bir handikap oluşturmaktadır.

Kalite, şirket olarak bizim önceliğimizdir. Şirketimizin kuruluşunda ithal ettiğimiz ürünler %90 oranında İtalyan menşeliydi. O dönemde Türkiye'de fayans, seramik üreten fabrika sayısı 3-4'ü geçmiyorudu. Bizim sattığımz ürünlerin fiyatları benzer Türk ürünlerine göre daha yüksek olduğundan, şirketimize “pahalıcı” diyenler vardı. Ancak kaliteli ürün satmanın semeresini şimdi görüyoruz.

20-25 sene önce mal sattığımız müşterilerimiz bugün mağazamıza gelip, evlerinde değişiklik yapmak istediklerini, ancak aldıkları ürünlerin dün konmuş gibi pırıl pırıl olduğunu, herhangi bir deformasyona uğramadığını, bundan dolayı da değiştirmek istedikleri halde bu düşüncelerinden vazgeçtiklerini belirtiyorlar. Müşterilerimizden bunu duymak haliye bizi mutlu ediyor. 

"Yabancının talebine göre belirlenen bu fiyatlar bir bakıma yerli halkın ev edinme ihtiyacının önüne set çekmiştir. Eskiden bir memur emekli çıktığında, aldığı emeklilik ikramiyesi ile bir ev satın alabilecek durumdaydı. Ancak zaman süreci içerisinde, Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı göz önünde bulundurulduğunda, şimdi artık ev almak değil, araba almak bile bu kesim için hayal oldu. Hükümetlerin kendi vatandaşlarını düşünüp onları koruyucu bazı tedbirler alması gerekir"

İnşaat fiyatlarında özellikle son zamanlarda çok uçuk fiyatlar oluştu. Yabancıların da önemli oranda ev satın alması elbette bunda en büyük etkendir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Dediğiniz gibi, özellikle İskele, Esentepe ve Girne'de ev fiyatları çok yüksek noktalara gelmiştir. Bunda da en büyük etken yabancılardır ki bunlar ağırlıklı olarak Rus, Yahudi, İranlı, Alman ve Türkiye’den gelen insanlardır ve bu evlere gösterilen ilgidir. Talep olunca da haliyle belirttiğim bölgelerde fiyatlar inanılmaz rakamlara ulaşmıştır.

Yabancının talebine göre belirlenen bu fiyatlar bir bakıma yerli halkın ev edinme ihtiyacının önüne set çekmiştir. Eskiden bir memur emekli çıktığında, aldığı emeklilik ikramiyesi ile bir ev satın alabilecek durumdaydı. Ancak zaman süreci içerisinde, Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı göz önünde bulundurulduğunda, şimdi artık ev almak değil, araba almak bile bu kesim için hayal oldu.

Hükümetlerin kendi vatandaşlarını düşünüp onları koruyucu bazı tedbirler alması gerekir. Mesela Türkiye’de olduğu gibi Türk Lirası cinsinden borçlandırılıp, çok düşük faizle uzun vadeye yayılacak bir ödeme planı ile ev satın alabilmeleri imkânı yaratılmalıdır. Eskiden devlet sosyal konutlar yapıp evi olmayan ihtiyaçlı ailelerin ev sahibi olmalarına ön ayak oluyordu. Bu uygulamanın acilen yürürlüğe konması gerekir.

"Yurt dışından gelen büyük şirketler piyasada giderek yaygınlaşmaktadır. Planlama yapmayan bir devlet anlayışı ile yerel işletmelerin bunca rekabetin altında ezilmemesi mümkün mü? Hükümetler kendi vatandaşlarının geleceğini düşünmeden, plansızlıkla günü kurtarmaya çalışırsa olacağı budur"

Enflasyonun yüksek olması da size etkiliyor olmalı…

Dövizdeki artış haliyle halkın alım gücünü fazlasıyla etkiliyor. Günümüzde belirli bir kesim dışında daha ucuz, daha ekonomik ürünlere olan talep daha fazla arttı.

Özel şahısların yaptığı inşaatlarda önemli oranda düşüşler yaşanıyor ve öyle görünüyor ki bu düşüş artarak devam edecektir. Şimdi yapılan inşaatlar ağırlıklı olarak daha önce belirttiğim bölgelerde yap sat şeklinde devam etmektedir. Hizmet anlayışı olarak müşterilerimizin memnuniyeti bizim için değişmez hedef olmuştur.

Müşterilerimize ürün seçimlerinde öneriler sunarak doğru karar vermelerine yardımcı oluyoruz. Biz beğenene, bizim içimize sinene kadar seçim yapmalarına destek oluyoruz. Alsınlar da gitsinler anlayışı bizim prensiplerimize aykırıdır. 

Devletteki denetimsizlik, partizanlık, kayırmacılık, neme lazımcılık, işletme sahibi olmaktan öte beni bir vatandaş olarak da üzüyor. Her şey daha iyiye gideceğine, maalesef geriye gidiyor. İşletmeleri koruyucu tedbirler alınması gerekirken, devlet bu konuda hiçbir tedbir almıyor. Yıllardır iş yapan bir marketin hemen yanına mega bir market açılabiliyor.

Yurt dışından gelen büyük şirketler piyasada giderek yaygınlaşmaktadır. Planlama yapmayan bir devlet anlayışı ile yerel işletmelerin bunca rekabetin altında ezilmemesi mümkün mü? Hükümetler kendi vatandaşlarının geleceğini düşünmeden, plansızlıkla günü kurtarmaya çalışırsa olacağı budur.

Deneyimli personel bulunamaması KKTC’de ciddi bir sıkıntıya dönüşmüş durumda…

Gerçekten yaşadığımız sorunların en önde gelenlerinden biri de yetişmiş eleman sıkıntısıdır. Sıradan işleri dahi yapacak eleman bulmakta zorluk çekiyoruz. Özellikle taşıma, yükleme işlerini yapacak eleman bulamadığımızdan 3'üncü ülke vatandaşlarını getirtip bu işleri onlara yaptırıyoruz.

Eski dönemlerde asgari ücret, Türkiye'deki asgari ücrete göre yüksek olduğundan Türkiyeli usta veya tesisatçı bulmakta zorlanmıyorduk. Ancak Türkiye'de uygulanan asgari ücretin de süreç içinde burada uygulanan asgari ücrete yanaşması ve hayat pahalılığından dolayı burada çalışan birçok Türkiyeli sanaatkâr ülkelerine geri dönmüştür. Ara eleman bulma sıkıntımız her gün artmaktadır. Bu sıkıntı sadece bizde değildir, tüm piyasanın çektiği bir sıkıntıdır.

Hiç bu mesleği seçtiğiniz için pişmanlığınız oldu mu? Torunlarınızın da mesleğinizi devam ettirmesini ister misiniz?

Vallahi yaptığım işi severek yapıyorum. Meslek olarak avukat olmakla birlikte, avukatlık yapmadığım için hiçbir pişmanlık duymadım. Önemli olan yapacağı işi severek, isteyerek yapmaktır.

Rahmetlik babam Lefkoşa’da Arasta Çarşısı'nda küçük çaplı da olsa ticaretle uğraşıyordu. Ticarete olan merakım babamdan bana bulaşmıştı. Torunlarımın işe devam etmesi konusu tabii ki benim vereceğim karar değil. Kurulmuş işi sürdürürlerse onlar için bir avantaj olur ama karar onların sonuçta...

Gençlere ticaretle ilgili ne tür tavsiyelerde bulunursunuz? Ticareti seçsinler mi?

Ticareti tabii ki seçsinler. Özel iş güzeldir, zevklidir. Bir iş yaparsınız, günahı ile sevabı ile size aittir. Bir şeyler yaratırsınız, o işteki başarı şahsınıza ait olduğu için onun verdiği haz bir başka olur.

Çalışkan olmaları, insanları ayırmamaları gerekiyor. Zengin veya mevki sahibi müşteriye karşılık sınırlı bütçeli müşteriye ilgisizlik göstermemelidirler. Temelden, tırnakları ile kazıya kazıya yükselmeyi hedeflemelidirler.

Bakıyoruz gençlerimiz hep devlet kapısını tercih ediyor. İşin biraz da kolayına gidiyorlar. Herhangi bir risk üstlenmeden, nasıl olsa ay başı maaşımı alırım düşüncesi ile hayatlarını, harcamalarını ona göre dizayn ediyorlar. Oysa ki insanın hayatta biraz risk alması gerekiyor. 

Ticarete atılacak gençlere tavsiyem: Önce insanları sevecekler, işlerini sevecekler, sebatlı, işlerinin başında, güler yüzlü ve sosyal olacaklar.

:
share
Siteyi Telegram'da Paylaşın
Siteyi WhatsApp'ta Paylaşın
Siteyi Twitter'da Paylaşın
Siteyi Facebook'ta Paylaşın